ORTADOĞU’DA DENGE UNSURU OLABİLMEK

Yakın geçmişe kadar ulusal gazetelerde çıkan yanlış yazın dizgeleri anlam açısından ögenin bütünlüğünü bozması söz konusu olduğunda, ertesi günkü gazete manşetinde bu yanlışlık, “tertip hatası” özrü ile geçiştirilmeye çalışılır ve hata unsuru esemesi dahi bilinmeyen matbaa mürettibi üzerine bırakılırdı.


Bu bağlamda, ‘tertip ve mürettip” senaryosu dönemin yazınsal hatalarından rücu etmenin en geçer yolu olarak tercih edilir ve bu yolla yanlış haberin üstü örtülmeye çalışılırdı. Büyük yankı ortaya çıkaran hatalı bir haber, bir bakıma “ormanda ayak izi”(footprint in a forest) türünden bir kurmacayla “tertip hatası” hengâmesinde kaybolup giderdi.


Şimdiki gazetelerde yaşanması olası benzer olaylar örgüsüne baktığımızda ise, kurmaca ve yönlendirici haber manşetlerinin tam aksi istikamette yol aldıklarını görmek mümkündür.


Şu bir gerçek ki, global diplomasiden kalıcı dersler çıkaramayan siyasi aktörler, aynen gazete dizgelerinde yaşanan yanlışlıklar gibi, dış politika stratejisinde ortaya koymaları olası hatalı çıkışlar zaman içerisinde giderek daha karmaşık hâle gelen bir karar alma sürecini kaçınılmaz hale getirmesi olasıdır.


Öte yandan, içinde bulunduğumuz coğrafya üzerinde birlikte yaşam(co-existence) çerçevesinde komşu ülkelerle olan ilişkilerimiz kronikleşmeye yüz tutma eğilimli sorunlarla bıçak sırtında değil, daha hassas bir denge ile korunması gerekir kanaatini taşıyoruz. Bu eksende Bağdat Paktı, nam-ı diğer CENTO, buna en güzel örnek niteliğindedir. O dönemde Türkiye, ABD’nin küresel yönetişim anlayışının gücünden faydalanmak isterken, bölgesel ölçekte bazı zorluklar ve yalnızlıklarla yüzleşmek durumunda kalıyordu.


Söz konusu anlaşma ile dönemin SSCB tehdidine karşı koymak amacıyla Türkiye, İran, Pakistan, Irak ve İngiltere arasında oluşturulan ve daha sonra ABD’nin de gözlemci olarak yer aldığı bölgesel pakt hiçbir askeri caydırıcı gücü olmadığından, ilerleyen zaman içerisinde CENTO adı altında kültürel bir kuruluşa dönüştü ve daha sonra da 1979’da faaliyetine son veridi.


Aslında kâğıt üzerinde bir dayanışma örneği gibi gözüken bu kuruluş, Ortadoğu’da büyük ayrışmaları da beraberinde getirdi. Bu paktın dışında bırakılan Mısır ve Suriye, Sovyetler Birliğine yaslanmak suretiyle ilk kopma dinamiğini ortaya koymaya başladılar. ABD destekli bu pakt yüzünden, Türkiye ile SSCB ilişkileri daha da gerilimli ve çalkantılı bir süreç içerisine girdi. Bu durum Türkiye’yi ekonomik açıdan da derinden etkileyen büyük bir açmaza sürükledi.


Ortadoğu’da, su, enerji kaynakları ve bölgenin jeostratejisi büyük önem arz ettiğinden, burada atılması olası her yanlış adımda farklı aktörlere ait çıkarların ön plana çıkması göz ardı edilmemesi gerekir düşüncesindeyiz. Bu bağlamda, benzerini Yemen, Irak ve Suriye’de yaşamakta olduğumuz küresel terörizmin bir uzantısı olarak, ‘yurtiçi gelişen terörizm’( home grown terrorism) tehlikesiyle karşı karşıya kalmak söz konusu olabilir.


Şöyle ki Bağdat Paktı oluşturulmasından sonra İran petrollerinin boru hattıyla İskenderun’a nakli gündeme gelmeye başlayınca SSCB, bu girişimi önlemeye yönelik adım atarak aslen Polonyalı olan ve İkinci Dünya Savaşı sonrası Polonya’yı ıslah amacıyla bu ülkeye gönderilerek Savunma Bakanı görevine getirilen Mareşal Rokossovsky’i Türkiye-İran sınır komutanlığına getirdiğini ilan etti. Keza, Musul ve Kerkük petrollerinin de Türkiye üzerinden pazarlanma fikri de SSCB’nin benzer baskıları sonucu sonuçsuz kaldı.


Bu da gösteriyor ki, Bağdat Paktı ve Eisenhower doktrini SSCB’yi Ortadoğu politikasından geri bırakamadığı gibi, tam aksine Suriye ve Mısır’da daha etkin roller üslenmesine vesile oldu. Bugün Suriye’de Rusya’nın yeniden önemli roller üslenmesi benzer hatalı politikaların bir sonucu olsa gerek.


Geçmişte Bağdat Paktı üzerinden küresel ve bölgesel anlamda büyük ayrışmalarla yüz yüze kalan Türkiye, bundan büyük dersler çıkararak özellikle Irak, Suriye ve Yemen gibi bölgesel konularda daha yapıcı adımlar atmak suretiyle tarihi diplomasi müktesebatımızda yer alan ‘ birlik, beraberlik ve kardeşlik’ sacayağında çok boyutlu bir strateji geliştirmesi pekâlâ söz konusu olabilirdi.


Bu bağlamda, dışlayıcı dili tercih etmek yerine, çok boyutlu stratejiler geliştirmek suretiyle çözüm odaklı somut politikalar ortaya koymak, uzun vadede Türkiye’nin çıkarları bağlamında yapıcı ve birleştirici çözüm odaklı sonuçlar ortaya çıkarması söz konusu olabilir.


“Tertip ve mürettip” gibi eskimiş palyatif çözüm odaklı söylem ve eylemlerle hayati öneme sahip sorunların ve çatışan çıkarların üstesinden kolayca gelmenin artık pek mümkün olduğu söylenemez.


Ezcümle; Dış politikada yaşanmakta olan hızlı gelişmeler ve derinleşmeye yüz tutan istikrarsızlıkların global düzlemde ciddi zafiyetlere neden olduğu gerçeğini göz ardı etmemek gerekir düşüncesindeyiz.


Bundan böyle; ‘Global Diplomasi’ farklı analiz ve özgün haberlerle global gündemi analitik bakış açısıyla siz değerli okuyuculara sunarak dış politikada önemli katkılar sağlamaya çalışacağını ifade etmek isteriz.

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

MAKALELER